30 Aralık 2007 Pazar

keşkelere sinematografik bir yanıt


yıllar önce izlediğim ve de izlediğimi dvd’sini görünce hatırladığım bu filmi, değerli arkadaşım “tam senlik, bloğuna yazarsın” dediğinde anımsadım. keyifle ikinci kez izlenen filme dair yorumumu aktarmasam ev ödevimi yapmamış olacaktım :)

romantik tarzın hoş yapıtlarından olan film; zamanlama, kader ve aşk üçgeni üzerine kurulmuştur. türkçe’ ye “rastlantının böylesi” olarak çevrilen "sliding doors"; rastlantılar, zor verilen kararlar ve tek düze yaşamların süregeldiği modern dünyada, sadece bir kaç saniyelik gecikmenin insan hayatını nasıl değiştirebileceğini sergileyen bir film. 1998 yılı yapımı olan bu ilgi çekici film, tümüyle bu felsefi varsayım üzerine kurulmuş ve iki farklı yönden akan aynı hayatı paralel kurgu ile ele almıştır. özgün bir fikri oldukça başarılı biçimde uygulayan filmin senaryosu aynı zamanda filmi yöneten peter howit’ e aittir. gwyneth paltrow ve john hannah, başrolleri paylaşmışlardır.

londra'da yaşayan genç ve güzel halkla ilişkiler uzmanı helen(gwyneth paltrow)'in o gün evine dönerken treni kaçırması ile treni yakalaması arasında sadece bir saniye vardır. (ki bu bir saniyenin vurgusu müzik eşliğinde yapılmaktadır.) film, bu bir saniyenin insan hayatında ne kadar büyük farklar yaratabileceğinin öyküsüdür. eğer beklediği banliyö trenini yakalar ve zamanında eve giderse, onu acı bir sürpriz bekleyecektir. ama ya kaçırırsa? o zaman her şey farklı olacaktır. peki ama koskoca bir hayat böylesine küçük rastlantılardan etkilenir mi, etkilenirse neler değişir?

filmin orijinal ismine göndermede bulunan açılıp kapanan kapılar, bir çok sahnede mevcut. kapanan banliyö treninin kapısı, kapanan iş yeri kapısı, kapanan asansör kapısı.. nedense her kapanan kapı ile başka bir alternatifin uzaklaştığı vurgusunu hissettim...bütününde değerlendirdiğimizde ise kimi zaman ilk etapta hoş olmayan şeyler uzun vadede bizim lehimize oluyor ve de olacağı varsa dönüp dolaşıp yine oluyor. bu nedenle daha önceden düşündüğüm ve de şöyle yapsaydım ne olurdu, böyle deseydim ne değişirdi demiyorum…en azından dememeye özen gösteriyorum. sonuçları iyi olan olumsuz nedenlere razıyım açıkçası :)
teşekkürler mesut.

bol şans 2008…çünkü ihtiyacın olacak

düşündüm de hani, iyi ki 2008 yılının yerinde değilim. düşünsenize bırakın 2007’nin yerine gelmeyen dileklerini, yüzyılların dinmeyen acılarının dinmesi, beklenen umutlarının yerine gelmesini dileyeceğiz 2008’den de ki ne yazık ki 2088’den de, dilekler aynı, seneler değişmiş olacak :(

2008 yılının yerine ben olsam bir anlaşma yapıp 2007 ile, onun görevine devam etmesini sağlardım :) birey olarak ben bile o kadar çok şey bekliyorum ki 2008’den.. tüm insanların beklentilerini düşününce ürktüm hani onun adına.

yılın son günü bu kadar umutsuzluk yeterli sanırım. ne de olsa umut dünyası bu dünya! insan olmanın tüm erdemlerini barındıran hiçbir duygudan yoksun olmadan, umutlarımızın yeşerdiği yepyeni bir yılda, sevdiklerimizle nice seneler geçirmeniz dileğimle,

içten sevgilerimle…

17 Aralık 2007 Pazartesi

Duvak



her rolünde hayran olduğum edward norton’ın oynadığı bir film olunca, filmi izlemek istedim. vcd’yi satan genç arkadaşın “sıkılabilirsiniz…” yorumlarına karşın. ki sıkılmayacağıma emindim ve de yanılmadım hani…

başrollerini, naomi watts (kitty fane) ve edward norton (walter fane)’ın paylaştığı, türkçe’ye “duvak” olarak çevrilen the painted veil’in, yönetmeni john curran’dır. film, abd ve çin ortak olup, somerset maugham'ın klasik romanı 'the painted veil' den uyarlanmıştır.

1920'lerde genç bir ingiliz çift arasında geçen bir aşk hikâyesini konu alıyor: üst sınıfa mensup bir kadın olan kitty, orta sınıfa mensup bir doktor (bilim adamı) olan walter' la annesinden uzaklaşmak için evlenmiştir. çift, şanghay' a gider ve genç kadın burada bir başkasıyla aşk yaşar. walter karısının bu sadakatsizliğine tanık olunca, intikam almak amacıyla, çin'de kolera salgının kol gezdiği ücra bir kasabasından gelen iş teklifini kabul eder ve karısını da beraberinde götürür. film; ihanet, aşk ve koleraya karşı verilen mücadeleyi harika bir üslupla anlatmaktadır.

filmin müzikleri filmin başarısını arttıran en önemli unsurlardan. özetle derim ki, izlemeye geç kaldığım filmlerden biriymiş, elbette öneririm

aşka dair bir dip not: tabiî ki filmden alıntı; kitty diyor ki kızlar erkeklerin karakterlerine aşık olurlar..

7 Aralık 2007 Cuma

2 aralık 1998 ankara

eski kitapları karıştırırken hint masalları isimli ankara'dan satın alınan kitabıma yazmışım aşağıdaki dizeleri;

" yürürsün..
darmadağınsındır
dinlediğin masalları,
şimdi kendi kendine okursun.
uyumak için değil;
yaşamak
anlamak
tek amacın "

21 Kasım 2007 Çarşamba

kelebek etkisi ( the butterfly effect) l’e övgü



kelebek etkisi, bir kelebeğin kanat çırpışı ile oluşabilecek değişim ve neden sonuç ilişkilerini, hatta ,göz ardı edilen küçük bir etkenin nasıl büyük bir sonuca sebep olabileceğinin ifadesi olup, kelebek etkisi isimli filmin çıkış noktasının da bu fikirden oluştuğu kanısındayım. izlemeyenler için kısa bir özet vermek istiyorum. evan treborn (ashton kutcher), çocukluğunda yaşadığı bazı kötü deneyimlerin etkisinden kurtulamamış olup, psikolog denetimindedir. yatağının altında yer alan günlükleri okuyarak, zamanda yolculuk yapabilmekte o ana dair olan sorunları çözümleyip, düzeltmeye çalışmaktadır. bu anımsamalar, arkadaşlarının, özellikle de yetişkinliğinde de sevmeye devam ettiği çocukluk aşkı Kayleigh’nin yıkılmış hayatından sorumluluk duyar ve onu travmatik deneyimlerden korumaya çalışır. ve artık zamanda yolculukları kasıtlı olmaya başlar. fakat her müdahale yeni bir olumsuzluğu beraberinde getirmektedir.
kelebek etkisi I’in yönetmeni; eric bress& J. mackye gruber. kurgusu, senaryosu çok başarılı. tempo oldukça yüksek ve hep aynı seviyede. mutlaka izlenmeli derim. fakat kelebek etkisi II, ilkine göre çok ama çok sıradan kalıyor. izlenmese bile olur. acımasız bir yorum oldu ama öyle :(

19 Kasım 2007 Pazartesi

uyku eğlencesi; rüyalar...

rüyalarım..yorucu da olsa onlarsız yapamam artık biliyorum. rüyada renk olmaz diyorlar, renkli rüya gördüğüm gibi, siyah beyaz- kızıl tonlarında da rüyalar görebiliyorum.
rüyada koku olmaz diyorlar, bebek pudrası kokusunu rüyamda kokladığımı sabah uyanınca hatırlıyorum.
ilgi alanım olduğu için markalar rüyamda ayrı bir önem taşıyor. truman show gibi..dilediğimde çok rahat rüyama müdahale ediyorum. kimi zaman da günlük hayat süreçleri gibi unutup, hatırlama durumlarını yaşıyorum.
ama en güzeli metaforlar.. hatta bazı metaforlar bilinçaltımda uzlaşılmış şekilde tanımlı sanki. örneğin moralim iyi ise rüya arkadaşım yunusumu görüyorum onunla okyanusta geziyoruz, gerçekte görmediğim balık türlerini görebiliyorum. uyandığımda mutlu oluyorum.
kimi zaman da hiç bilmediğim dillerde şarkı dinliyorum, eski ve kullanılmayan dilleri konuşabildiğimi görüyorum. uçabiliyorum ama mutlaka superman gibi uçuyorum. bir kolum ileriye uzanarak :) rüyalarımdaki derya çok becerikli aslında.. gerçek hayattaki olarak, ona imreniyorum çoğu kez.
uyandığımda minimum 4 rüyamı hatırlayabiliyorum. ama yorucu oluyor çoğu zaman. ama artık bu hatırlama durumu sayısı azalırsa boşluğa düşüyorum..
elbette rüyalarım çıkıyor. sınav sonuçları, iş değiştirme durumları, arkadaşlar...neyseki kötü şeyleri görmüyorum ama bu konunun üzerine düşmeye hiç niyetim yok.
bazı rüyalarımda yer alan ikonlar çok anlamlı. aslında biraz gösterge bilim araştırması yaparak çözümleyebilirim belki...
dün gece rüyalarımdan birinde bir iş görüşmesindeyim. son aday geliyor görüşmeye ki şu ana kadar başarılı bir görüşme idi., ki bayan çok hoş. mini etek giymiş. görüşme yapan beni dinlemeden bayanın bacaklarına bakıyor. tamam derya hanım size şu parayı vereyim de gidin diyor. ne parası diyorum? benim cevaplarımı bayanın bacaklarına bakmaktan dinlemediniz bile diye isyan ediyorum..adam diyor ki hatırlasanıza diyor o anda rüyamda flashback yaşıyorum ve 1 saat öncesine dönüyorum. görüşme yapanın yanında parası olmadığı için onun elektrik parasını ben ödüyorum. meğer adam o yüzden bana para veriyormuş..
iş ile ilgili zihnim meşgul olduğu için bu rüyayı görmem çok doğal. ancak zihin diğer detayları hangi duruma göre seçip rüyamda bana geri sunuyor bunu anlayamadım. bir de rüya geçişlerimi anlamak mümkün değil. birden diğer bir rüyaya bir kişi ya da nesne aracılığı ile geçebiliyorum ama yeni dekor nasıl oluyor da hemen değişiyor bilemiyorum..
rüyaları sadece eğlence olarak görmek niyetindeyim...işin içinden çıkamayacağımın farkındayım.

4 Kasım 2007 Pazar

sil baştan

aklından silebilirsin ama ya kalbinden?
cumartesi gecelerini film keyfine ayırıyorum. sil baştan da bu keyfi, çoklu sayıya katlayan başarılı bir yapım oldu. jim carrey başrolde. ki kendisinden hiç haz alma(zdı)m. truman show hariç. bu filmde jim carrey’i yakışıklı bile buldum ve de kendisine karşı olan ön yargım değişti.
filmin yönetmeni, michel gondry. jim carrey başrolü kate winslet ile paylaşıyor.
film; dram ve romantizm unsurları üzerine kurulu, kurgusu ve ironiler son derece başarılı.
konusunu sadece özetleyeceğim çünkü tekrar tekrar izlenebilecek bir çalışma.
joel barish (jim carrey), eski kız arkadaşı clementine'in (kate winslet) ilişkilerine dair tüm anılarını sildirmek için gizem dolu tıbbi bir müdahaleye başvurduğunu öğrenir, bunun üzerine kendisi de aynı hafıza sildirme işlemini yaptırmak üzere kliniğin yolunu tutar. ve de hafızadan sevgilisine dair anıların silinme işleminin başlamasından kısa bir süre sonra, yaşadıklarının silinmesinden vazgeçer ama silme işlemi başlamıştır bir kere..
filmde en çok hoşuma giden, sevdiğimiz insanın başlangıçta her yönü ile beğenirken zamanla, hatta aşık olunan tavır ve davranışların rahatsızlık verişini ince bir mizah ile vurgulanışı. joel barish’in anılarına ve aşkına sahip çıkmak için verdiği mücadelede tekrar farkına varıyorsun; aşksız geçen her güne yazık.
silme işleminde zihnin içindeki mücadele esnasında clementine, joel barish’e operasyondan kurtulmak için “ o zaman beni, olmadığım bir yere götür diyor anılarını kastederek.” joel’un yanıtı ise “seni düşünmediğim bir anım olmadı ki”…
aşk ve aşk acısı üstüne tekrar düşünmek isteyenlere…

2 Kasım 2007 Cuma

patent ve faydalı model hakkında kısaca

günlük kullanımda yeni bir fikri korumaya almayı ifade ederken “patentini alalım” deriz. bir fikrin ya da buluşun patentinin alınabilmesi için söz konusu projenin gerçek bir buluş niteliği olması gerekir. yani mevcut duruma yeni bir teknik kazandırmış olmalıdır. örneğin telefon başlı başına bir buluştur ki mevcut durumda yeni bir teknik gelişme sağlamıştır. ancak telsiz telefon faydalı modeldir mevcut tekniğin bilinen durumu aşılmamıştır sadece yeni bir uygulamadır. ancak o da buluş olarak anılır.
faydalı modellerin koruma altına alınmasında iki özellik aranır. birincisi yeni olması, ikincisi sanayiye uygulanabilir olmasıdır. faydalı modeller 10 yıllık süre ile korunurlar. daha sonra koruma süreleri biter. bu on yıllık süre bitiminde söz konusu ürün-fikir-buluş herkesin kullanımına açıktır. buradaki amaç ar-gesi ile maddi manevi emek veren firma ve kişileri, kopya ve taklitlerden korumaktır. bu on yıllık süre içinde buluş sahibi, bu ayrıcalığı ticarette zaten yeterli ölçüde kullanacaktır. dilerse buluş sahibi lisans vererek söz konusu buluşu kiralayabilir. faydalı model başvurularında markalar gibi ön araştırma yoktur. faydalı model bültenleri takip edilir, eğer ki buluşunuza benzer bir buluş var ise itiraz edilir. faydalı model başvuru süreçleri patentlere nazaran süreçleri daha makuldür. patentlerde bu koruma süresi süre 20 yıldır. patent başvuruları tercihe göre, incelemeli ve incelemesiz patent olarak ikiye ayrılır. incelemesiz patentlerin koruma süresi 7 yıldır.
ülkemizde patent ve faydalı model işleri de türk patent ofisi tarafından yürütülür.
ilaç sektöründe faydalı model ve patent korumaları söz konusu değildir. elbette firmalar formülasyonlarını gizleyerek de kendi tedbirleri ile koruma yapabilirler. buna en iyi efsanevi örnek coca cola gazlı içeceğidir. şayet coca cola formülasyonunu bu tür bir koruma altına alsa idi bunun bir patent olduğunu düşünür isek bu koruma 20 yıllık bir süreci kapsamış olacaktı. bilindiği üzere yüzyılı geçgindir coca cola’nın formülü bir sırdır..

1 Kasım 2007 Perşembe

biraz senden hayat biraz da yüreğimden.

ey aşk, can yoldaşı mısın yoksa can düşmanı mı?
bilemiyor insan görünmeyen yaranın neresine tampon yapacağını..ama aşk yaralısı can çekişiyor, gözünün önünde.
aşk acısına en iyi ilaç gözyaşı mıdır bilemedim. aktıkça akıyor, dizginleyemiyorsun. bencilce ama aklından geçiyor, ne kadar şanslıyım bu acıyı yaşamadığım için. acaba öyle mi? elbette değil ama bir kere yaşamak bile yetiyor kimi zaman. aşk bu kadar kutsalken acısı da kutsal olmalı. tören edası ile acıyı yaşamak gerekli.. ama beceremiyoruz, beceremediğimiz gibi avutamıyoruz da.
arkadaşının gözlerine; buğulu ve kızaran gözlerine bakıp, derin tüm cevapları konuşmadan gözyaşları ile yanıtlamak. sarılıp bu da geçecek diyebilmek….sadece derin bir iç geçirmek..acıya duyulan saygı duruşu gibi.
aşktan pırıl pırıl olan gözler kan çanağı içinde şimdi..heyecanlı anlatımlar, tutkular yerini dalıp dalıp gitmelere bıraktı.
aşk acısı avuntu merkezinde bol miktarda kağıt havlu bulunmalı hem de oldukça çok. arkadaşın teşekkür edip giderken diyecek ki “şimdi iyiyim sağol.” oysa bileceksin ki yanına aldığı kağıt havlu ile merdivenlerden inerken silecek gözyaşlarını.
arkasından bakacaksın ve ilk defa bilmemeyi istercesine, ama emin olarak, kendi kendine kafa sallayarak yarın arayacak “derya, çok kötüyüm”. şaşırmayacak ama için parçalanacak.
aşkın bu kadar uzağındayken niye bu kadar acısından korkar, insan neden bu yazıyı yazar ki? cevabını ezbere biliyorum ne yazı ki!. unutmadım çünkü gün ağarırken, yeni bir güne başlama umudu ile gözünü açmak üzereyken, atmosfere yeni girmiş ateş topunun kalbimi kül ediverdiği anı. bu yüzden ya aşk, yolumun sana teğet geçmesi!

30 Ekim 2007 Salı

markaları seviyoruz peki ama nasıl koruruz?

markalar dünyasını oldum olası hep sevdim.sektör değiştikçe faydalı model, patent ve endüstriyel tasarımlar üzerine çalıştım. sıkıcı olmadan ve de sadece deneyimlerimden yola çıkarak, şu an için bir kaynakça göstermeden, markalar ve diğer konuların koruma süreçleri hakkında özlüce yazmak istedim..elbette ilk olarak markadan başlayayım.
son dönemde artık kişiler, marka tescil işlemi yapabilmekteler. önceden marka tescil işlemini sadece ticari kuruluşlar yapabilmekteydi. marka ofisi aracılığı ile olabildiği gibi bireysel başvuru yapılması da mümkün.
bulunan marka isminin öncelikli olarak daha önceden koruma altına alınıp alınmadığı saptanmalı ve de hangi kategoride tescil edilmesi gerektiği belirlenmeli. bu süreçte benzersiz bir marka ismi bulunması sanıldığı kadar kolay değildir.çünkü sektöre ilişkin bir çok marka ismi rakipler tarafından tescil edilmiştir. marka isminin oluşturulması konusu daha sonraki bir metinde ele almakta fayda var.çünkü başlı başına özel bir konu. benzer marka isimlerine farklı sektörlerde rastlamamız mümkündür..örneğin x markası hem gıda hem de bebek ürünlerinde kullanılan ve de 2 farklı firmaya aitse, her iki firma da x markasını kendi kategorilerinde ve kesişmeyen sınıflarda tescil ettirmiş demektir. ancak eğer bulunan marka ismi belirtilen sektör dışında bile olsa itibarı söz konusu ise bu itibarlı markaya sahip firma, başvurunuza itiraz edecektir/edebilir.
işte, böyle durumlarda gerek maddi gerekse zamansal süreci lehimizde kullanabilmek için marka ofisleri ile çalışılmalıdır. çünkü marka vekillerinin yorumu, başarı ile tamamlanmayacak bir tescil işlemi konusunda bizlere fikir verirler.
marka tescil işlemleri, türk patent enstitüsü tarafından yürütülür, denetlenir, onaylanır.
başvuru sonrası, ön inceleme aşaması olup yaklaşık 3 ayı kapsayan bir süreçtir. markanın benzersizliğine ilişkin yapılan bir araştırmadır. bu süreç sonucu markanın tescile uygun olduğu, olmadığı ya da markanın tesciline ilişkin bir itirazın olduğuna dair bilgiye ulaşılır. itiraz durumları süreci uzatır. sektör liderleri bu süreçlerde de rakiptirler.
markanın tesciline karar verildi ise, tescil belgesi harcı yatırıldıktan sonra 5-6 ay sonrasında marka tescil belgesi alınır.
marka tescili iptal edildi ise verilen karara hukuki yollardan itiraz edilebilir, itirazı oluşturan maddeler revize edilerek yeniden başvuru yapılabilir. duruma bağlı olarak tescil sürecinden vazgeçilebilir.
tüm ödemeler yapılıp, prosedürler yerine getirildi ise markanız türkiye'de 10 yıllık bir süreç için koruma altına alınmıştır. her 1o yılda bir marka tescilleri harç yatırılarak, tekrar koruma altına alınır.
hedef pazarınıza göre markanızı, diğer ülkelerde de tescil ettirilmesi gerekmektedir. benzer işlemler söz konusu olup süreçler daha uzundur. ancak yurtdışı tescilin ön koşulu türkiye'de markanızın tescilinin alınmış olmasıdır.
yurtdışı tescilleri daha maliyetlidir. ancak pratik olması açısından bazı uygulamalar söz konusudur. ülkeler arasında yapılan protokoller bu süreçleri kolaylaştırmıştır. yine hedef pazarlar doğrultusunda işlemler başlatılabilir.

24 Ekim 2007 Çarşamba

:) yeni gençlik

başlığımız adını, benim ve yeğenim özgür'ün ilkokulda çıkarttığımız gazeteden almaktadır.logosu da gülen surat idi..az önce aradım sakladığım gazetelerden bulamadım, kesin annem bir yere kaldırmıştır.
yaz tatilinde oyalanmak için gazete çıkarmaya karar verdik. abimin ofisinde gazetemize isim ve logo bulmak için bir hayli efor sarfetmiştik.köşe yazıları, karikatür, bulmaca, reklam alanları derken kendimizce başarmıştık..a4 boyutunda olup tek sayfaydı hatırladığım kadarı ile. fotokopi ile çoğaltıp satıyorduk. ciddi ciddi çalışmıştık hani.
sağlık köşemiz çok rağmet gördü, ele alacağımız konuları doktor olan enişteme danışırdık. hatta o dönem gazeteye sarılan ekmekler konusunda gündem oluşturup, ekmeklerin beyaz kağıda sarılmasını sağlamıştık. bu bir zaferdi bizim için.
asıl zafer bizim reklamlardan elde ettiğimiz gelirdi. o günü unutamam. çocuk ceplerine sığmayacak kadar para kazanmıştık. reklamdan bu kadar para kazanmış olmak bizi hayrete düşürmüştü. çünkü aylık dondurma, çikolata, seven up stoğu yapabilecek durumdaydık ki zaten biz ilk kazancımızı harcadık. abim bize çok gülmüştü. çünkü fotokopi için ondan para istemek zorunda kalmıştık.reklamcılık o zamandan mı girmiş kanıma ne??
bu minik girişimi hatırladığımda; doğru meslek seçiminde bulunduğumu bir kez daha inanıyorum..Mesleğini severek yapan ender insanlardan biri olarak oldukça şanslıyım..

23 Ekim 2007 Salı

SÜRPRİZ!


BAKTIM Kİ BLOGUNDA HAREKET YOK NİCEDİR, BEN DE SENİN KADAR GÜZEL OLMASA DA TAVUSKUŞUNUN GÜZELLİĞİNDEN ORTAYA ÇIKMIŞ BİR RESİMLE ŞİRİNLİK YAPAYIM DEDİM. ŞİRİNİZ YA HEPİMİZ :)TEYZELERİN EN ŞİRİNİ.... ÖPERİM ÇOOK!

29 Eylül 2007 Cumartesi

kısa not

dil bilgisi kurallarına saygılı ve kullanımı konusunda hassasım. ancak kendi yazılarımda büyük harf kullanmayı sevmiyorum. nokta, 3 nokta, özel isim yazımlarında da büyük harf kullanmamam dikkatsizlik değil sadece ve sadece bloguma özgü bilinçli bir tercih.hoşgörünüze sığınıyorum.sevgilerimle..

gözünü sevdiğim "facebook"

çok sevinçliyim.11 yıl aradan sonra arkadaşımla msn'de konuşuyorum. yıllar sonrasında sohbetimiz sıcaklağından hiç bir şey ama hiç bir şey yitirmemiş..tanrım şu sıra alınabilecek en güzel armağan..11 yıl mı? kim demiş sanki eda ile dün kantinde berabermişiz gibi..büyük mutluluk..hemen teşekkür edeyim facebook'a emeği geçenlere..bu sayede ulaştık birbirimize.değişmemişiz pek.özümüz aynı,ancak tezimiz gülüşümüzü görünce kesinlik kazanacak.bulmuşken bırakmayız birbirimizi.demiştim, yaş otuz kaybedilip geri bulunanların değeri sözcüklerle ifade edilemez.şimdi diğer kaçak arkadaşların peşine düştük.bakalım kimlerle kesişecek tekrar yollarımız?11 yıl boyunca kaç kere girdin rüyama..her rüya sonrası nerde? ne yapıyor? mutlu mu? soruları ve ulaşamamanın derin üzüntüsü.eda'dan gelen maili görünce sevinç çığlığı attım.darısı diğer arkadaşların başına.en kısa zamanda hasret gidermek umudu ile tüm arkadaşlarıma şimdiden sevgiler.eda, dinginliğime harika duygular eklendi varlığın.bu gece tebessüm içinde uyuyacağım.

19 Eylül 2007 Çarşamba

yazasım var..

son günlerde düşünceler kayıp geçiyor zihnimden..belki de düşünmeye çok fırsatım olduğu içindir. düşüncelerimin odağında kendim varım. ne de olsa bir sorgulama sürecindeyim. liseli yaşlarda olmazsa olmazlarım, kesin kurallarım vardı. zamanla gördüm ki asla şunu yapmam dediğim şeyleri yaptım. minik şeyler ama örneklendireyim dedim, ..asla kırmızı oje sürmem derdim. nerde..şimdi en çok kullandığım renklerden bir tanesi. bunun gibi asla yapmam dediklerimi yaptım..elbette kesin olmazsa olmazlarım var ve hala geçerli..ama artık şu karara vardım; bunları dile getirmenin bir anlamı olmadığının bilinci...çünkü hayat bu ve sürprizlerle dolu o yüzden ahkam kesmeye hiç gerek yok. zaten hayat buna pek de izin vermiyor hani..neleri yaparım neleri yapmam bilemiyorum ama kimseyi incitmeden bir hayat sürmeyi yürekten isterim, el verdiği ölçüde. bugünden itibaren hayatta şunu yapmam, asla bunu yapmam söylemlerimi bir kenara kaldırıyorum çünkü dönüp dolaşıyor hayat bana bu lafları hatırlatırcasına aksini yaptırıyor. Bir de şu var ne gereği var bu tür cümleler kurmaya? minik mutluluklar, ttalı bir tebessüm için değil mi tüm çabamız ???

12 Eylül 2007 Çarşamba

dolanıyorum, sözcüklerin kıyısında...

taslak halinde bir kaç yazı. toparlanamıyor bir türlü. çıkamadım tatil modundan. ne zaman kabak koyu'nu düşünsem heyecanlanıyorum. tadı damağımda..keyiften ötesi bişeydi açıkçası. kabak manyak şirinler olarak yeni bir oluşum içindeyiz ya hadi bakalım hayırlısı.. modern şirin sülalesi durumu söz konusu..ormancı şirin, uykucu şirin, lojistik şirin, medikal şirin, evliya şirin, süslü şirin, çok şirin...şirin de şirin. biz eğlendik hem de fazlasıyla..


ne ile karşılaşacağımızı kestiremeden gittik..eğer pozitifsen, küçük şeylerle mutlu oluyosan, eğer kendin ile barışıksan, insanları ve doğayı seviyorsan mutlaka planın dışında +1 gece daha konaklarsın kabak koyu'nda. ki bu kendine vereceğin en güzel hediyedir. huzur dolar taşarsın, derin konulara girer, bir yudum şarap eşliğinde, bir kahkaha ile kendine gelir, kendinden geçersin..yazdıkça yazasın gelir. heranın tadını çıkarmak ister. köşkte topluca uyursun, sohbet bitmez de bitmez çünkü..


zaman yavaş geçer..oh be dersin ne güzel..havuzdan denizi izlerken, hücrelerinin dinlendiğini bilirsin. dostlukları, anıları, yemekleri ile harikadır kabak natural life :)

daha fazlası için : http://kabaksirinleri.blogspot.com/

17 Temmuz 2007 Salı

Antalya Markası(!)

Son yıllarda çok konuşuldu marka olarak Antalya.. Hiç bir zaman Antalya'nın bir marka olduğunu düşünmedim. Bu konu ilk gündeme geldiğinde de düşüncemi dile getiremedim çömez bi iletişimciydim ve de patronum vardı yanımda, bu nedenle çekindim..Ben bu şehrin sokaklarında güvenle dolaşamıyor, geceleri güvenle uyuyamıyorum. Güven olmadan marka olunamaz ki..Turistler tercih ediyor, çok rağbet var. Ancak ziyaretçi profili pek de iç açıcı değil..Antalya için daha fazla ödemeye razı oluyorsa turist, işte o zaman markadır Antalya..Elbette marka olmayı hakediyor. Ancak yoğun ve ciddi bir pazarlama iletişimi süreci geçirmesi gerekli..Bu süreçlerden sonra algı yönetimi tamamlandıktan ve uygun stratejiler sonrası marka olabilir, şu an Antalya bir marka değil. Ya da şöyle diyebilirim eğer Antalya bir marka ise niye biz bu ayrıcalığı yaşayamıyoruz..? Güzel, samimi bir şehir, insana keyif de veriyor. Ama rakipleri arasında sıyrılmalı, daha iyi konumlandırılmalı..Turizm sezonu yol yapımı çalışmalarından illallah dedirttirilmemeli mesela...Bol şans Antalya..Hani tek bir kelime ile tanımlayamıyorum seni, İzmir olsa edalı şehir, İstanbul olsa otantik..Peki Antalya??.......yine de haksızlık edemem severek yaşadığım şehre, keyifli şehir olarak tanımlamak gönlümden geçiyor. Yolun açık olsun Antalya...

9 Temmuz 2007 Pazartesi

marka sempatisi

Logoların, marka kimliğinde en önemli unsur olduğunun artık herkes farkında. Bizler logoyu markanın imzası olarak yorumlamaktayız. Logolar sayesinde markalara dair izlenimlerimiz oluşur, marka hatta ürüne dair öngörülerimiz biçimlenir. Abartmış olabilirim ancak en azından kendim için geçerli bir durum.
Pek de abartmış olmamalıyım. Aksi olsaydı logo tasarımı için tonlarca para harcanmazdı. Ne kadar olduğunu hatırlayamasam da TRT’nin şu an kullanılan yeni logosu bunlardan biridir ki başarısı sorgulanır…Logo tasarımında öncelikle dikkat edilen birkaç özellik şöyle sıralanabilir; akılda kalıcılık, kolay okunabilmesi, kolay uygulanabilmesi, farklı duruş, uzun yıllar kullanılabilmesi, sektörüne uygunluğu..
Beni bu girişi yapmaya iten uzun zamandır beri sempati duyduğum Tui’nin logosudur. Sabah işe giderken tur acentalarının araçları ile sıkça karşılaşmaktayım. Araç üzerinde gözüme ilişen gülen yüzü ve firmanın ismini yazan Tui Logosu’na bayılıyorum. Resmen içimi ısıtıyor. Logosu, Tui Acentası ile hiçbir deneyimim olmamasına rağmen firmayı, pozitif, işinin ehli, harika tatil için doğru adres, % 100 memnuniyet olarak beynimde konumlandırmamı sağlıyor.
Metni hazırlamadan önce firma hakkında kısa bir araştırma yaptım. Alman Firması olduğunu öğrendim. Açıkçası soğuk olarak tanımlanan bir ülke firması için tasarlanabilecek en samimi ve sıcak logo olsa gerek. Oysa ülkemiz insanının misafirperverliğini, sıcakkanlılığımızı, ne de güzel simgelerdi diye iç geçirmeden edemedim.. Tebrikler Tui’nin marka stratejistleri. Hani dövme yaptırmayı seven biri olsam bu logoyu dövme olarak çizdirebilirim.

8 Temmuz 2007 Pazar

tehlike yaklaşıyor!

Doğa dengesini yitiriyor. İnsanlık tek oyuncu ve başrolde, en iyi kötü oyuncu. Vicdanlar rahatsız.. Sistemin bencilleştirdiği ve sorumsuzlaştırdığı bireyler olarak, vicdanımız rahat etmediği için tedbirler alacağız. Kendim gibi kişilere belki fazla yüklendim belki de. Çünkü asıl vicdanı rahatsız olması gereken büyük şirketler. Gerçi bu nedenle sosyal sorumluluk kampanyaları yürütüyorlar ama…. Koca bir ama. Her neyse ona başka bir gün değinmeyi planlıyorum. Düşünüyorum ben neler yapabilirim? Deodorant kullanmam, duşta fazla kalmam, diş fırçalarken suyu kapatırım, düşük voltajlı ampulü olan apliği açıyorum, hatta dün gece korkmama rağmen yatarken tüm ışıkları kapattım. Kullanmadığım cihazların fişini prizden çekiyorum. Ama daha başka neler yapabileceğimi bilmiyorum. Her adım bir fırtınadır düşüncesi ile basit tedbirler konusunda öneri ve bilgi bekliyorum.

3 Temmuz 2007 Salı

yaş oldu 30

Candan Erçetin'in şarkısı geliyor aklıma;"... daha güçlü, daha sakin; daha yalnız daha yorgun; daha mutlu daha suskun; daha olgun daha kırgın.." 13 gündür 30 yaşımdayım. Sanki eşik atladım. Resmen büyüdüm. Dinginim.. Kabarsa da tüm iç denizlerim, karışsa da düşünceler dinginim.. Bu yüzden çok sevdim seni 30 yaşım..
Tedbirli olmak gerek artık genç değilim çocuk da olsa yüreğim. Az yemeli, spor yapmalı, krem kullanmalı, erken yatmalı..Sanki hep üzüldüm sanırdım, hayat mı bu derdim. Bana kendimi verdin 30 yaşım.
Hayat çok şey öğretecek bana. Eeee öğrendikçe paylaşacağım ben de..