29 Ağustos 2008 Cuma

sol yanım


yüreğimin dilinden en iyi küçük serçe parmağım anlıyor nedendir bilinmez..? ikisi de sol yanımda olduğu için mi ki? bu sadece bir tahmin. sol elimin serçe parmağı 2 senedir sızlamamıştı.. birden sızıyı hissedince yüreğim gözyaşlarını dizginleyemedi. tüm senelerin sızıları geldi aklıma. canımı yakan tüm sözler..yaptığım haksızlıklar… beni daha çok üzen duyduklarım değil benim söylediklerim ya da sustuklarım!

en büyük vicdan azabım; onca yoğunluğumun içinde msn’de gözüm sana ilişti. sana söyleyemesem de; sen bana beni sevdiğini söylediğinde ben sadece “teşekkür ederim” dedim ya o an dünyanın en aptal yanıtını verdiğimin ve de seni ne kadar üzdüğümün farkındaydım. sevginin kutsallığına en çok inanlardan biri olarak, o güzel sözlerin karşılığında sadece “teşekkür ederek” sanma ki çok duyarsız biriyim..sana vereceğim her yanıt seni zaten üzecekti, ben o an sadece “teşekkür ederim” diyebildim.

gerçekten üzgünüm..ben de içerliyorum inan! sevgisizliğin uçurumunda, güvenilir bir sevgiyi göz ardı etmek sanma ki kolay.. bunu bil bana yeter. ve de artık başkası var mı diye sorma.. çünkü yok.

gözyaşlarım çene altımda buluştu, rotasını şaşmadan! en azından onlar bile buluştu diye bayat bir cümle yazmadan edemeyeceğim,

kim dedi anımsamıyorum ama güzel oluyormuşum ben ağlayınca. bana kalırsa şebek gibi oluyorum ya gerçi :)

ağlarken gülmek zorunda mıyım?

26 Ağustos 2008 Salı

gecenin serinliği

yandaki fotoğrafa bakıp çeşitli hayaller kurabilecek iken; ben sadece kendim olan hayalleri tercih ediyorum.

ince topuklu ayakkabılarımın, düzensiz çıkardığı sesler ile yürüyorum, ıslak taşlı yolda. az önce yağmur dinmiş olmalı ki bu yüzden kırmızı şemsiyem elimde. ara sıra o da eşlik ediyor ayakkabımın çıkardığı seslere.

krem rengi rüzgarlığımın ıslanmasına ve kirlenmesine aldırmadan, loş ışıklı kafenin ıslak masasına oturup sert bir kahvenin kokusunu içime çektikten sonra sıcaklığını hem ellerimde hem de dudaklarımda hissetmeyi çekmeli canım.

eminim içim ürperecek ve bu bana müthiş bir zevk verecek...

mola veren yağmur, damlalarından ilkini fincanıma isabet ettirmeli, çekinmem gerçi yağmurlu kahve içmekten. bir de onun tadına bakmalıyım, ikinci damlanın isabet etmesine fırsat vermeden!

damlaların hızı artınca şemsiyemi açıp devam etmeliyim kahvemi yudumlamaya, aceleye getirmeden.

ıslak kaldırımların, ürpermenin ve yalnızlığın tadına vardıktan sonra sol köşesinden çıkıp gitmeliyim bu güzel fotoğrafın.

21 Ağustos 2008 Perşembe

parçalı bulutlu


yakalasa beni hırçın bir yağmur hemen şimdi.
tutsak etse kendine
hem de şimdi
derin bir iç çekişimde elimden tutuverse...

20 Ağustos 2008 Çarşamba

son durak foça olsun

yüzümdeki her çizginin bilgece oluşmasını diliyorum. öylesine yaşamadığım gibi öylesine yaşlanmak da istemiyorum.

el çabukluğu ile topladığım saçlarıma yosun kokusu sinsin istiyorum ki uyku öncesi yastığa dağıldıklarında denizi içime çekebileyim..

balıkçı tekneleri ile gönderdiğim düşlerimin, yorgun argın dönüşünü, en olmadık saatlere kadar beklemek istiyorum.

kalabalık ve şen sofralar kurmak istiyorum, dostların sıcak kahkahalarını ağırlayan. hüznümü, foça’nın mavisi ile paylaşmak istiyorum.

herhangi bir akşamüzeri, renkli saksılarda mis kokan çiçekleri suladıktan sonra çıkıp saklambaç oynamak istiyorum ay ışığı ile foça’nın arnavut taşlı sokaklarında..

ilk aşk filmi’ndeki gibi foça’da aşık olur muyum bilmiyorum ama foça’da yaşlanmak istiyorum...

19 Ağustos 2008 Salı

sözcükler ve aşk

sadece sözcüklerle sevebilir miyim? uzağında durarak, dokunmadan sadece ve sadece sözcüklerimle.

sadece sözcükler ile dokunma mesafesindeyken bile dokunmuş gibi hissedebilir miyim?

karşımdayken, parmak uçlarımı gezdirmektense kirpiklerinde; noktasız, virgülsüz sözcükleri konduruvermek, dokunamadığım kirpiklerine! adayarak her sözcüğü aslı suskunluk olan hallerime! dokunamadığım ellerinde kar tanesi gibi eriyebileceğimi sadece ve sadece sözcüklerimle anlatabilir miyim?

sadece sözcüklerimle seversem acı çekerim.

bildiğimden kendimi bakmam gözlerine, takılırım başka bir noktaya. oyalanırım başka detaylarda..

ancak sözcüklerimle çektiğim sızıyı dindirebilirim.

doğu diyarlarının esintilerini taşıyan ruhum, hem sözcükleri özgür bırakmak hem de dokunmak isteyecek kaygısızca.. vee asla aşk konusunda “sadeceler ” ile yetinmeyi bilmeyecek.

sözcüklerim benim sihirli yara bantlarım...

11 Ağustos 2008 Pazartesi

kadının ait olduğu yer, erkeğin avuç içidir aslında

uyku kaçar, arkasından seslenmeye gücüm yetmez, perdeye dolanır ve rüzgar ile bırakır gider...

yastığıma sarıldım, bir ümit belki dalarım uykuya diye ama mümkün mü? hayal de kurmak istemedim. nedense ruhumun basamaklarında da gezinmek hiç cazip gelmedi geçen gece uykum kaçtığında. oturdum yatağa, bağdaş kurdum, başımı iki elimin arasına aldım. başladım düşünmeye..

aklıma izlediğim filmlerdeki, erkeğin kadına olan dokunuş sahneleri geldi. avuç içi ile sevilen kadınlar şanslı bana göre. çünkü gerçekten seviliyorlar demek. belki de avuç içi yüreğin dışavurumu. belki kadın da sezinliyor bu sevgiyi. çünkü hangi yapıda olursa olsun o dokunuş ile minik bir pisiciğe dönüşüveriyor tüm kadınlar.

avuç içindeysen bir erkeğin, kalbindesindir de! avuç içi ile dokunulmak; dokunuşun fısıltısı, ruhuna olan yakınlaşma, % 100 ait olma ve de şefkatin en narin noktası..

erkeğin avuç içinde uyumak; güzel olur zannımca.

4 Ağustos 2008 Pazartesi

film, sinemada izlenir!

güzel bir dergiyi inceledikten sonra insanın neden keyfi kaçar? neden mi kaçar gösterime giren filmleri, sinema şenliklerini görürse kaçar..yok kim ki duk toplu film gösterimi, yok imbat esintisinde sinema keyfi, yok antalya film festivali hazırlıkları, yok desem’de dünya sineması... köz gibi içime oturdu bu etkinliklerin uzağında olmak!

unutmadan açıklayayım; kim ki duk boş ev isimli harika filmin uzak doğulu yönetmenidir. diğer yapıtlarını izleme şansım olmadı ve de bugün okuduğum dergide büyük bir fırsatı kaçırdığımın farkına varıyorum...ve de çileden çıkıyorum.

çocukluğumda olan yazlık sinemalar nerede şimdi? sunay akın’ın dizeleri düşüyor aklıma..üzülüyorum.

antalya cinebonus’un 3. salonu seni çok özledim..film başlamadan önce yayınlanan reklamları bile özledim!