29 Ocak 2008 Salı

pepsi max yetti amaaaaa!

sınıftayız, yüksek lisans dersimiz bitmiş, bayan asistanlardan biri açıyor bir pepsi max dayanamıyorum, kupamı uzatıyorum tadına bakmak için. ambalajına bakıyorum yine farklı bir tasarım baloncuklu, turkuaz renkli bişi... tadı nasıl mıydı asiti kaçmış coca cola gibiydi :( ee tabiki rüyamda oluyor tüm bunlar. sevmedim tadını. zaten pek de asitli içecek içmem ama yeter artık çık rüyamdan pepsi max! fazla işgal ettin bilinçaltımı. her gece yeni bir ambalaj nereye kadar :) ama olmaz ki!!

28 Ocak 2008 Pazartesi

pepsi max'in hedef kitlesi

reklam kuşağında ansızın beliren ve ekranı kaplayan kocaman iç karartıcı bir ambalaj tasarımı ile pepsi max'i görünce, ağzımdan kendiliğince "bunu kim içer ya, sanki içinde zift var gibi" sözcükleri döküldü. açıkçası pepsi max'in tasarımı direkt bana araç yağlarının ambalajlarını hatırlattı. bilinçli tepkim bu oldu. ancak bilinçaltımın tepkisi daha farklıydı..rüyamda ekranda lacivert ve mor renkleri ile beliren pepsi max ambalajını görünce "olay budur, gözüm gönlüm açıldı" yorumunu yaptım. olayı kendimce çözüverdim :)
işe gelince, rüyamın üzerinde düşünmeye başladım ve bir ön araştırma yaptım. zaten pepsi max'in hedef kitlesi ben değilmişim. kısaca erkeklere hitap eden bir ürünmüş kendisi. gerçi aysun kayacı'nın oynadığı reklamı hatırlasaydım bunu hemen anlardım. ama izlediğim spotun aynı ürüne ait olduğunu anımsayamadım. elbette kafama takıldı acaba erkekler bu ürünü ambalajından dolayı tercih ediyor mu? onlardaki çağrışımlar nasıl acaba? ama mutlaka bunun araştırmasını üretici firma yaptırmıştır.
gelelim "max" vurgusuna. light ya da diet terimlerinin yerine daha olumlu bir açılım olarak "max" tanımlaması seçilmiş. yerinde bir düşünce kanımca çünkü erkekler, light ve diet ürünleri tüketmede imajlarını zedeleyecekleri kaygısı taşıyor olabilirler. fakat maximum'un kısaltması olan "max" ürünün iddiası olan şekersiz nitelendirilmesinin aksine bana daha da çok şekerli bir tad algısı uyandırdı.
tabi şu da var ben bir bayan olarak yazdım. ürün, ambalaj erkek zihnine hitap ediyor. acaba gerçekten hitap ediyor mu işte ben bunu merak ettim.
*ambalajın tek aşına olan görüntüsünü bulamadım :( fotoğrafını çekip ekleyeceğim.

24 Ocak 2008 Perşembe

meriç'in kişisel iletisine atfen


canım arkadaşım demiş ki "15 yıl geçti değişen bir şey yok" ee değişen birşey yoksa biz hiç yaşlanmadık be güzel :)

olmaz mı güzelim.. ne değişmedi ki? 15 yılın öncesi deryası değişti meriç'i de, yürekler nasır tuttu. birazcık büyüdük ama çok olgunlaştık. bir çok hayat deneyimi yaşadık. mesela meriç eskisi gibi çılgın değil hiç hanım hanımcık olmadın gerçi. zekasını ki keskin zekasını değecek bir konuya kanalize ediyor. işine!

derya bir kızıl bir sarı saçlı oldu mesela. meriç saçlarını uzattı. derya kırmızı oje de sever oldu, eşofmanlarını hala çok seviyor ama mini eteklerini de..senin yüzünden fırça yemiştim atilla cangır'dan. ne vardı yani pazartesi ders günü değilken o kadar süslenecek? adam eşofman keyfimi zehir etmişti :) aa derya yemek yapmayı öğrendi..tarihe geçecek bir olay. ama senin eline su dökemem, sen varken ben bulaşık yıkamaya devam...

her koşulda eğlendik, boşvermeyi öğrendik, vazgeçenden vazgeçmeyi de, pes etmemeyi de, incinirken incitememeyi, gülerken ağlamayı; ağlarken gülmeyi zaten hep biliyorduk. en önemlisi biz bu dünyada kendimiz olmanın mücadelesini verdik. yeri geldiğinde kendinle dalga geçmeyi, karşımızdakini kendimiz olmamıza izin verdiği ölçüde sevdik.

msn sohbetlerimize bakınca anlıyorum ortak özlemlerimizi. kullandığımız sözcükler sıradanlaştı, terminolojimiz farklılaştı, bilime daha mı az inanır olduk ne şu sıra fal, burç konuları gündemde..walla yakıştıramıyorum bizlere. bu da bir süreç elbette bakalım keyfimize..

leman alıp pazar kahvaltıarının eşsiz eğlenceli tadlarını, doğaçlama uydurduğumuz film senaryolarını, karnımız ağrıyasıya kahkaha nöbetlerimizi, ilk biramı senin bir koşu marketten alıp geldiğini, belgesel maceralarımızı daha detaylı anlatıcağım..eşsiz derinliği olan arkadaşlarım benim hazinem.

şimdi derin bir nefes al, teşekkür edelim yaşadıklarımıza, torunlarımıza anlatacak ne çok anımız var yenilerini eklemeye ne dersin? uzun bir tren yolculuğu mesela, fotoğraf çekelim..

16 Ocak 2008 Çarşamba

4 şarkı bir ömür…

bir haftadan fazla sadece 4 şarkı dinliyorum, ardı ardına… fark ettim ki hiç sıkılmadım ve bunun üzerine düşünmeye başladım. kendimce mini bir gözlemdi aslında. yazacaklarım da kendi kendime yaptığım içsel konuşmalarım ve çıkarımlarım olacak zaten. ki çoğunun farkına yazarken varacağım.

nelerin mi farkına vardım? öncelikli olarak sevdiği şeylerden vazgeç(e)meyen biriyim. o yüzden arkadaşlıklarım uzun soluklu oldu hep. aşık olduğum kimseyi de çabucak silip atamıyorum hayatımdan. modern hayatın birliktelikleri bu yüzden bana yabancı ya!

sadece kişiler değil, sahip olduğum nesnelere de anlamlar yüklüyorum. onlar da vazgeçilmezlerim arasında; pembe ördekli pijamam, tombul kurşun kalemim, eflatun fularım, sağlam kişilikli siyah kayışlı saatim…

başkaca da ben sevmenin bıkmamak olduğunu, 4 şarkı ile bir ömür geçirebileceğimi anladım anlamasına da bana 4 şarkıyı söyleyecek adama rastlamadım… oysa birlikte 4 şarkıyı dinleyebileceğim adama razıyken…

hangi şarkılar olduğunu sonraki yazımda paylaşmayı düşünüyorum. 4 şarkıyla baş başa kalma zamanı…