29 Ocak 2009 Perşembe

atkı


bu senenin moda rengi griden 2 ters 2 düz başladım atkıyı örmeye. zevkli iş. her ilmekte kendi kendime konuştuğumu fark ettim. her sıra bitiminde farklı bir sohbet başlıyordu kendimle. deniz dalgası gibi oldu deseni, tabi daldım hayallere.

keyfim uzun sürmedi. atkı 1 karış 4 parmak uzunluğuna erişinceye kadar, bir sürü aksilik oldu. yüksek lisans dilekçemin enstitüye verilmesi unutulmuş, gezi planımız iptal oldu, güvendiğim biri güvenimi derinden sarstı, hasta oldum.

sanki ördükçe aksi olaylar sinsilesi devam edecek gibi hissettim. yumağın ortasına batırıp şişi, bıraktım kenara atkıyı.

güzel bir haber aldığımda örgüme devam etmeye karar verdim. nitekim bugün keyfimi yerine getirecek bir mail aldım. şüphesiz ki çok duygulandım.

diyordu ki arkadaşım; “yanımda sen olsaydın, beni sen anlardın!” o’nun, yanımda olmasını istediği anda nasıl bir yüz ifadesine büründüğünü şu an bile tahmin edebiliyorum.

anladıklarım keyfimi yerine getirdi, yanıldıklarım ise….

21 Ocak 2009 Çarşamba

reklamlar

televizyon izlemeyi pek değil hiç sevmem. sıkılıyorum. dün uzunca bir aradan sonra ilk kez kumandayı elime aldım. sebebi ise sevdiğim dizi desparete housewives'ın yeni sezon bölümlerinin yayınlanmaya başlaması. keyfe geldim hani.

odamdaki televizyon uyduya bağlı olmadığı için salona geçtim. cnbc-e kanalını açıp kendime hangi koltuğu seçeceğimi bilemedim. teker teker oturup karar kıldım birinde. kuruldum tv'nin karşısına değişmeyen zevkle, dizimi izledim. 

reklamlar başladığında ise ne yapacağımı bilemedim. baya baya unutmuşum televizyon izleme kültürünü! önceden reklam arasında wc, yemek yeme, su içme ya da diğer gereksinmeler alelacele karşılanır ve ışık hızı ile koltuğa oturulurdu, eee nerde kalmıştık modunda.

reklamlar başlayınca bunlar geçti aklımdan ancak hiç bir şey yapamadım. oturdum bir güzel reklamları izledim. bir sigorta reklamının müziğine, bir araba markasının reklam filminin kurgusuna ve mesajına bayıldım. kaldırımda leopar gezdiren kızı farketmek mümkün mü?!

reklam dünyasını seviyorum,

salı günleri 21.00'da tv'nin karşısında, umutsuz ev kadınları ile olacağım :)

18 Ocak 2009 Pazar

unutmuşum

aşağıdaki metni, sanırım bir sene önce yazmışım. yayınlamayı unutmuşum.

çocukluğumdaki kiraz

geçen sene doğum günümü kutlarken antalya’da arkadaşlarıma demiştim; seneye beni unutun, ailemin yanında olacağım diye.. planım gerçekleşti. yeni yaşımı ailemin yanında, eskiyen yaşların acısını çıkartarak kutlayacağım. acaba kaç yaşını kutlayacak diye yükselen soru cümlelerini duyuyorum. annem yazdığımı duymasın sakın! haziran ayı içinde 30 yaşımı doldurmuş olacağım.

40 günlük bebekken gelmişim kiraz’a: çocukluğumun mutluluk kalesine. uzaklıklar beni kiraz’a daha düşkün yaptı çocukluğumdan beri.. küçükken tire’ye gittiğimizde ki aslında tireliyiz. kiraz’a dönmek için çırpınırdım. hatta bir keresinde anneme “anne kiraz’a gidelim, gölgelerini bile özledim” demişim. veee tabi kiraz’da almışız soluğu..

oysa gittiğim şehre alışırım ben, istanbul’dan korkarım ayrı ama orada yaşamak gerekirse orada da yaşarım fakat tercih etmem o ayrı mesele..!

sokaklarında dolaşırken kiraz’ın, anılarımı topluyorum bir bir.. henüz “hey gidi gençlik” demiyorum ama içten içe şanslı sayıyorum kendimi.

komik ama derede terlik yüzdürdüğüm yaşlarda ben dünya’nın suludere köyü’nde bittiğini, sonrasının büyük bir boşluk olduğunu sanıyordum.

çıtlık sevdasına annemden gizli köy köy gezdiğimi, salçalı ekmek yemek için kolcu nine’ye gitmemin sebebi o eşsiz lezzetli ekmek miydi yoksa kolcu nine’nin tatlı şefkati mi, şu an bilemiyorum.

uçmayan uçurtmalarım, yağmurlu günlerde peter pan’a yazdığım mektuplar,

özgür ve uygar ile peşine düştüğümüz uzaylılar…

değişmeyen bir şey var pazar günleri hala sıkıcı kiraz’da..
*görsel kiraz'da yapılan iğne oyası motiflerinden güzel bir örnektir.

14 Ocak 2009 Çarşamba

bu sabah

ayakkabılarımı giydim, kapıyı çektim. rujumu sürmeyi unutmuştum, derdim bu olsun dedim. yağmur çiselemiş. toprak yumuşak. gün sanki henüz uyanmamış ya da uyanmak üzere, gözlerini ovuşturuyor. küçük adımlarla ilerliyorum, sevdiğim işe doğru.

günlük yapılacak işlerimi sıraladım zihnimde, dünden yarım kalan işlere öncelik tanıyarak. sokak lambaları hala yanıyor. iş yerleri, müşteriler için hazırlanıyor, kapıların önleri süpürülüyor. uzaktan da olsa sevdiğim bir arkadaşıma günaydın gülümseyişi gönderiyorum.

vitrinlerin camından kendime bakmayı ihmal etmiyorum, yeşil fiyonklu tacım hoş olmuş. evet evet keyfim yerinde. mutluyum.

sanki sıkıntılarım bulutlara bağlı. o kadar huzurluyum ki... iş yerinin basamaklarına geldiğimde, tüm iş programım yapılmıştı. 

mutlu bir sabah herkese, kuş tüyü misali.



12 Ocak 2009 Pazartesi

kurt seyt & shura

ortalık sessiz, gece yarısı. önceki birkaç gece de olduğu gibi, buluşma vakti, bahar’ın gönderdiği kitabım ile. kucağımda kitap, ama ben çoktan kayboluyorum satırlar arasında. giderek hızı artan sayfa çevirme sesi daha sık duyulmaya başlıyor. bitirdiğimde az da olsa buruldu içim, alışmıştım seyt ile shura’nın aşklarını okumaya…

36. baskısını tamamlayan roman, 576 sayfa olmasına rağmen, bir solukta okunabilecek türden. nermin bezmen’in dedesinin hayatının bir kesitini akıcı ve samimi bir o kadar da belgeler eşliğinde bizlere aktarması, eseri mükemmel kılıyor.

nermin bezmen’i geç keşfettiğim için hayıflanıyorum. zevkime güvenen herkese içtenlikle öneririm.

bahaaar, kurt seyt & murka’yı da göndersene :)

6 Ocak 2009 Salı

nasıldı..?

o, gelecek diye evin içinde arı maya gibi debelenmek ve kapımda çiçekle beliren sevdiğimi görmek nasıl bir duyguydu? neye küser, alınır ve nasıl affederdim? kaprislerim çekilir miydi? eğlenceli mi, karamsar mı, çocuksu mu ya da kadınsı mı idim?
tartışmayı uzatır mı yoksa çoktan konuşacak başka neşeli bir konuya mı geçmiş olurdum? yeterince fedakar mıydım? kaç kere çileden çıkartır kaç gülüşle kendime aşık ederdim? severken de kendim kalmayı başarabilmiş miydim?

ağlamaktan yorgun düştüğümde çok mu savunmasızdım? en çok neye sevinir, en çok ne zaman susardım? gelen güzel mesajı kaç kere okur, zihnime kazırdım? buluşmaya geç mi kalır yoksa vaktinde mi hazır olurdum?

pencerede yolunu gözlerken, özlediğim çok mu belli olurdu? ve o esnada hangi şarkıyı söylerdim? çapkın mı bakardım ya da bir çırpıda belli mi olurdu korkularım? yalan söylediğimde gözlerimi mi kaçırırdım?

kahve pişirirken gösterdiğim sabrı, severken de gösterir miydim? adaletli olmayı başarabilmiş miydim?

“seni seviyorum” derken, gözlerimin buğusu sesime yansır mıydı?

bunların hepsini unuttum.

bir süredir ıskalıyorum hayatı..