bezini değiştirip; emzirdiğim ikili koltukta,
battaniyeyi üzerimize çekip çizgi film izledik.
burnumu saçlarının arasına dayayıp
doldurdum içime kokusunu
O, benim cennetim.
bezini değiştirip; emzirdiğim ikili koltukta,
battaniyeyi üzerimize çekip çizgi film izledik.
burnumu saçlarının arasına dayayıp
doldurdum içime kokusunu
O, benim cennetim.
yazmam lazım! kesinlikle yazmam gerek yoksa cümlelerin altında ezileceğim! nefes almadan, düşünmeden, parmaklarıma teslim etmeliyim kendimi...uykusuz kaç gecenin ardından noktayı koyduğumda, bitap düştüğümde derin bir nefes almalı vee uykuya dalmalıyım.
biriken cümlelerin sancısını çekiyorum. tadını çıkarttırmıyor, var olan huzurumu bozuyorlar. neye gebeyim bilmiyorum ama yazmalıyım, yazmazsam boğulacağım ya da cümlelerin katili kendim olacağım.
yazmam lazım..
mesela diyor zerrin tekindor;
'sen biriyle bir ekmeği bölüp yemek istiyorsun ama o eline ekmeği tutuşturup gidiyor, sanıyor ki mesele doymak...'
benzerini yaşadım!
teoman'ın koyu antolojisi konseri'ne gidelim dedim. vermezmiş o ücreti, o konser biletine! ben alırım deyince de, alayım biletleri de iş arkadaşınla gidin konsere dedi!
o; meseleyi de, beni de hiç anlamadı zaten!
kime aşık olacağını seçemiyorsun
kalbini yanlış adama armağan edebiliyor,
bir yanlışı sevmiş,
bir yanlışa güvenmiş,
yanlışı baş tacı
kalbinin efendisi yapmış olabilirsin
yanlışdan doğruyu ummak..
yanlış adam, nihayetinde yalnız kadin!
iki yıl önce dün; ay tam mıydı? yarım mıydı? hilal miydi? var mıydı? yok muydu? hiiiç hatırlamıyorum.
iki yıl önce dün; 24 mart'da kendimi izmir'de bambaşka bir hayatın içinde gerilim ve dram tadında bulmuştum.
evimi, işimi, alışkanlıklarımı ödemiş'de bırakmıştım. tam anlamıyla bir kabusun içinde bulmuştum kendimi.
martılarla geceleri nöbet tutup umut'u izlemiştim, bitmeyen dualar eşliğinde.
kara bir bulut tepemdeydi ve belli ki beni çok seviyordu, nedense bir türlü gitmedi.
varsın beni kimse anlamasın, kimse evladı ile sınanmasın.
ailem bildiklerim yabancı, ilk kez gördüklerim dertdaşım, sığındıklarım oldu.
dün küllerimden yeniden doğdum ben.
ve ay tüm görkemiyle dolunaydı, usul usul çıktı bulutların arkasından;
bitti bak başardın mutlu son der gibi, noktayı koyar gibiydi.
bundan böyle mutsuzluk haram bana, kadehler umut'a
sırtüstü uzanmış yıldızları izliyor sanıyordum
dalgası aşk olduğunu duyumsadığım denizde..
meğer bataklıkmış, beni dibe çeken!
debelendikçe boğazıma kadar battığım.
şimdi arınma vakti
karanlık, kirli, bol egolu, bencillik yumağı olmuş bu çamurdan
ağzım ve dudaklarım yara içinde.. kasım patları gibi dudaklarımda patladı uçuklar. dudağımın küçük yaraları; dudaklarımın isyanı, gözyaşları..
bir zamanlar kalbim çiçek açardı, tatlı sözcüklerim vardı dudaklarımdan istemsiz dökülen. şimdiyse mühürlü suskunluklarım var.
rüyalarım konuşuyor, hatıralarım cirit atıyor, gözyaşlarım dökülüyor ama ben çaresizce susuyorum.
ne kadar çaresiz hissettiğimi, ne kadar hırpalandığımı, ne kadar çok hoyratlığa maruz kaldığımı vee ne kadar yalnız olduğumu gün geçtikçe daha da anlıyorum.
sevdiğim şarkılar iyi gelmiyor ruhuma. özlediklerim var hem de çok ama dönüyorum sırtımı, geceliğin düşen askısı, öylece bekliyor.. sadece uyku esir alsın diye bekliyorum dünden razı teslimiyetle.
kalbim kırık kim toplayacak? dudaklarım uçuk buna rağmen kim öpecek?!
oğlumun emziği; arabanın dikiz aynasında asılıydı. dikkatli, sakin olalım trafikte canavarlaşmayalım diye..
yıllar geçti oğlumun emziği yine bir dikiz aynasında. sadece bir emzik değil çok fazlası.. çok hayal kırklığı, çok mücadele, çokça yalnızlık ama hiç pişmanlık!
maddi konular mutluluğumun odağında olmadı. olanla olduğu kadarın tadını çıkarmaya baktım. hayat seni yudumlayacağım içime sindire sindire..
dikiz aynasından geriye sadece umut'un gülen yüzünü görmek için bakacağım.
meğer ile biten bir cümle olsun
sonu açık olan romanlar gibi..
.........meğer,
* fotoğraf, onur pehlivan
*
fırtınalı denizlere tutsak bir denizkızının
büyüleyici pullarına rağmen
kalbi yosunla kaplanmıştır!
*
bugün putuheba'dan çok uzak; bir denizkızına çok yakınken ruhum, marpessa'nın hikayesi denk geldi.
''yunan mitolojisine göre savaş tanrısı ares’in torunu ve aitolia kralı euenos ve alcippe'nin güzelliğiyle ünlü kızıdır. euenus kızına çok sahip çıkar ve hayatı boyunca onun yanında kalmasını ister, kızını herhangi bir prens ya da başka bir adamla evlendirmek istemez.
marpessa’nın bu dillere destan güzelliği günün birinde idas’ın kulaklarına gider. idas, messinialıdır. aphareus ile arene’nin biricik oğullarıdır. balıkçılık yaparak aile bütçesine katkıda bulunan fakir bir aile çocuğudur. delikanlılık çağındadır. marpessa ne kadar güzel ise o da o kadar yakışıklıdır. yakışıklılığıyla genç kızları büyüleyen idas ile birlikte olma hayaliyle yanıp tutuşan onlarca genç kız vardır. ancak İdas, onlara hiç aldırış etmez. tam bu sırada güzelliği dillerde dolaşan marpessa’nın adını duyar.
günün birinde bir rastlantı sonucu marpessa ile karşılaşır. ikisi de karşılaştıkları andan itibaren birbirlerine âşık olurlar. o günden sonra gizli gizli buluşmaya başlarlar. ikisi de evlenmeyi düşünür. ama marpessa bir kralın kızıdır. oysa idas fakir bir balıkçının oğludur. idas’ın, marpessa’yı babasından istemesi mümkün değildir. bu mümkün olmadığı için iki âşık kaçmaya karar verirler. ve idas, marpessa’yı kaçırıp akdeniz kıyısındaki mağaranın (günümüzdeki taşucu’nda) birine götürür ve orada yaşamaya başlarlar. dünyalar güzeli kızının fakir bir ailenin oğluyla kaçtığını duyan babası, üzüntüsünden intihar eder.
marpessa’nın âşıklarından biri olan tanrı apollon bu olayı duyunca çok kızar. tanrı apollon ile idas arasında amansız bir kavga başlar. mücadele saatlerce sürer. şafaktan gün batımına kadar iki adam aşkları için savaşır durur. mücadele sert ve acımasızdır. saatler sonra bile iki rakip hala eşittir. kılıçlarının sert sesleri olympus'a kadar duyulur ve diğer tanrılar için can sıkıcı olmaya başlar. işte o zaman zeus bu işe yaramaz savaşa müdahale etmeye ve durdurmaya karar verir. sonuçta araya giren zeus, seçimi marpessa’ya bırakır.
marpessa, her iki adama bakar; bir tarafta, gördüğü en yakışıklı ve çekici adam olan ilahi apollon vardır. apollo ona istediği her şeyi verebilir: şan, güç ve birçok hediye. ancak apollo, yaşlanmayan bir tanrıdır ve bu nedenle doğası gereği sadakatsizdir. marpessa yaşlanıp güzelliğini kaybedecek olsa bile, tüm hayatı boyunca onun yanında kalacağına güvenmez. diğer yanda ise idas vardır. her yerinde bir savaşçının gaddarlığı vardır ve sert yaşamayı öğrenmiştir. yine de onu seviyordur ve aşkını defalarca kanıtlamıştır. marpessa, idas’la hayatın ölümlü ve basit olacağını ama en azından hayatı boyunca kararlı, sadık bir ilişkisi olacağını düşünür. marpessa hemen kararını verir. apollo'yu geri çevirir ve kocası olarak idas'ı seçer.
apollo, savaş alanından yenik bir şekilde çıkar ve intikam almak ve marpessa’yı cezalandırması için ikizi artemis’i görevlendirir. İki genç aşığın yaşadığı mağaraya giden artemis, onları sevişirken yakalar. marpessa’yı hemen bir taşa dönüştürür. idas’ı görünce onun yakışıklılığı karşısında kendinden geçer. günün birinde onunla birlikte olmayı düşündüğü için olmalı ki idas’a dokunmaz. sevgilisinin taşa dönüştürülen bedenine sarılan idas, yemeden içmeden günlerce ağlar, durur. öylesine çok ağlar ki gözlerinden bir nehir oluşturacak kadar gözyaşı dökülür. sonra iki elini gökyüzüne doğru açıp isyan edercesine; "ey yerin, göğün yaratıcısı, bütün insanların ve canlıların tanrısı! ey tanrıların tanrısı zeus! benim bedenimi de taş haline dönüştür." diye yakarır, zeus’a. bu içten feryadı ve dileği duyan tanrıların tanrısı zeus, idas'ın bedenini de taşa dönüştürür.''
gerçek aşk başlı başına zenginliktir, diğerlerine ihtiyaç duymaz.
alıntı: BIR DENIZ KIZI EFSANESI; MARPESSA - Tarih | Altınrota (altinrota.org)