31 Ekim 2008 Cuma

şimdilik açığız


msn’de arkadaşımdan öğrendim, bloglarımız mahkeme kararı ile kapatılmış! allah allah ne oldu dedim ve de bir anlam veremedim. suçumuz ne olabilirdi ki?

bloglarımız, oyun bahçelerimiz bizlerin. yazarak yara berelerimizi pansuman edebildiğimiz sözsel poliklinikler.

gelen yorumlar ise yoğun iletişim ortamında, yaşadığımız derin yalnızlıklara atılan birer çakıl taşı. 

kapandı, açıldı derken bir süre de olsa elimiz kolumuz bağlandı. ee ne yapıcaz şimdi derken alternatif çözüm yolları denendi, komşu gittik başka bir web alanına. 

tedirginim. blog arkadaşlarım da! duygularıma düğüm atıp kös kös oturma ihtimalinden dolayı da kaygılıyım.

acaba bloglarımıza dokunmamanız mümkün mü?



30 Ekim 2008 Perşembe

rüya


gülerim, ağlarım, sitem ederim ama hep kendime.. aklım çıkıyor dengelerim bozulacak diye, henüz oturmadı sanırım taşlar yerine!

“anne” sözcüğünün bir kadına ne kadar huzur verebileceğini rüyamda olsa bile yaşadım. aşk gibi tarifi imkansız bir duyguydu. o sözcüğü duyar duymaz içim ısındı, yüreğim aydınlandı. tüm hücrelerimin gülümsediğini hissettim. rüyalarımın belki de bir mesajı idi ama ben yorumlayamadım. fakat uyandığımda huzurlu olduğum kadar da buruktum da. büktüm dudağımı, düşündüm düşündüm…

iyimser olacağım ya en azından bunu yaşadım deyip çıktım işin içinden. deryaca bir çözüm işte!

aklıma geldikçe gözlerim doluyor, rüyamın tekrarı bu gece olsa keşke!

23 Ekim 2008 Perşembe

uzak


hızlı çarpıyor yüreğimin dalgaları. hüznün hassas dengesindeyim.. sağ gözümden damlarsa göz yaşım başkasına, soldan yola çıkarsa kendime içlenirim. genelde çene altımda buluşur gönlümün çiğ damlaları… beni bir ben mi en iyi anlarım?

bu yüzden mi uzağına bırakıyorum kendimi başkalarının? bir başıma çok korunaklıyım. incitilmek mi tüm kaygım?

mutlu kız modunda ahkam kesiyorum günlük hayatta! hüznüm ve mutluluğum o kadar içrek ki ayırdına varamıyorum. yarısı sökülmüş ve tekrar sarılmış bir yumak gibiyim anlayabilene aşk olsun, sözün gelişi değil cidden aşk olsun! ve de artık olsun.

gün içinde kendime dışardan bir kamera ile baktığımda; çalışırken gülümseyen, şarkı söyleyen, kimi zaman aklına komik bir şey gelip kahkaha atan, kimi zaman ekran koruyucuya bakıp hayal kuran ya da tek kaş havada olayı kavramaya çalışan bir derya’yı izliyorum. çıksa çıksa zorlama bir duygusal komedi olur benim hayatım ancak saray sineması’nda gösterime giren!

düşünmekten, anlam aramaktan, dolanmaktan, hayal kurmaktan, sayıklamaktan yoruldum!

.gel artık

16 Ekim 2008 Perşembe

cümlenin başında nokta


bir noktanın içine kıvrıldım, sığdım
güvenli bir kucak buldum
kayboldum

ay ışığı ısıttı ürkek tenimi
nefesini ensemde buldum
şımardım

ismimi duydum
ismini sustum
avundum

anladım
aldandım

15 Ekim 2008 Çarşamba

güz


yolları kesişmeyen yağmur taneleri, buğusunda süzülüyor camın.

düşüncelerim daireler çiziyor, düşlerim ileri, adımlarım geri gidiyor. gözlerimi kısarak bakıyorum ilerisini görebilmek için. nafile!uykularımı bölüyorum dualarım için. öylece duruyorum yanlış yapmamak için. çok şey yapıyorum öngörebilmek için amaaa hissedemiyorum..

alışmalıyım artık kendimi bulup yitirmelerime; düşlerimin özgür, ruhumun tutsak hallerine.. sustuklarımı tıkıştıracağım bir kadehe, sonrasını bilmiyorum... şu an merak da etmiyorum.

oluruna bırakmayı, sabretmeyi öğrettin ya bana hayat! ilk kadehim senin şerefine!

13 Ekim 2008 Pazartesi

kokusunda çocukluğum var

ay yüzünü gösterdi, beni kendime bir nebze de olsa getirdi..
iyi miyim? bilmiyorum.. kötü müyüm? sanmıyorum! bu ruh hali canımı sıkıyor.
sokak aralarında gezindim, alacakaranlık ve elbette dolunay. mutfaklardan güzel yemek kokuları yükseliyor. hangi yemekler kimin için hazırlandı kim bilir nasıl bir telaş içinde, beğenecek mi kaygısı içinde..

çocukluğumun sokağına girdim. hiç unutmadığım sinema salonun harap bahçesi ve erik aşırdığımız basri amcalar’ın bahçesi.. ve yine aynı karşı konulmaz koku; öğütülmüş kahve kokusu bastırdı tüm yemek kokularını. gülümsemeden edemedim. çünkü artık öğütülmüş kahve satılmıyor o sokakta, yolunu şaşırmış olmalı! nazikçe içime çektim kahve tanelerinin beni tutsak eden kokusunu. çocukluğumun sokağında, çocukluğumun en nefis kokusu hoş geldin demişti. ve de sokağın bitimine kadar bana eşlik etti. şimdi aklıma geldi. belki de bu yüzden kahve pişirmeyi, sabırla köpüğünün oluşmasını beklemeyi seviyorum. çünkü kahve pişirimi sürecinde çocukluğumu bana geri veriyor, çocukluğumdaki pervasızlığı, sakinliği hissediyorum.

kahve hikayelerim geldi aklıma.. pişirdiğim lezzetli, taşan ve de kimi zaman yüz karası kahveler. her biri kırk yıllık hatır ve birikmiş dost sıcaklığında pişirilmişti, dostluğun özü olan sabırla…